PARTİLER geçen hafta Anayasa’da "Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını" ne şekilde tanımlayacaklarına ilişkin önerilerini TBMM’ye sundular.
4 partiden 3 farklı öneri geldi.
AK Parti "Türk milleti" tanımını benimsedi.
CHP, biraz farklılaşarak "Türkiye Cumhuriyeti ahalisi" demeyi tercih etti.
Son günlerde AK Parti’yle kıyasıya kavga eden MHP, AK Parti ile aynı tanımı, "Türk milleti"ni istediğini gösterdi.
BDP ise CHP’ye daha yakın durarak "Türkiye halkı" dedi.
Anlayacağınız ortada "Türklük tanımı" ile müthiş bir tartışma dönüp duruyor, ama bu tartışmanın "nedensiz" bir tartışma olduğu açık.
BDP bile Anayasa’dan Türklüğü çıkarma niyetinde değil.
Hatta "ulusalcıların sesi" haline gelen CHP ile aynı tanımı benimsiyor.
Aslına bakarsanız herkesin hemfikir olduğu tanım, bu ülkeyi kuran, bu ülkede yaşayan insanların tamamını tek bayrak ve eşit bir kimlik altında toplayan bir büyük adam tarafından 90 yıl önce yapılmış.
O adamın adı Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan herkesi, yasalar önünde eşit gören bir anlayışı ilk getiren kişi de o.
Ve onun tanımı bugün hâlâ herkesin kabul edebileceği tek tanım.
Yapılması gereken, onun 90 yıl önce kusursuz biçimde yaptığı "Türk" tanımını, bugünün diline ve bugünün hukuk anlayışına uygun hale getirmek.
O da çok basit.
Yeni Anayasa’da yapılması gereken, Türk milleti tanımını bu ülkede yaşayan herkesin ortak tanımı halinde bir bildirge şeklinde ortaya koymak.
O da ancak şöyle olabilir:
"Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir."
Bu tanıma Türkiye’deki hiçbir etnik gruptan en küçük bir itiraz geleceğini zannetmiyorum.

Ha Silivri ha Terim

ELBETTE ki Türkiye’de herkesin her şeyi protesto etme hakkı vardır.
Silivri’deki yargılamaları da!
Eğer birileri bu yargılamaların adil olmadığına inanıyorsa, bunu söyleyebilir, bunu iddia haline getirebilir ve bu yargılamaları protesto edebilir.
Ancak her şeyin bir ölçüsü, bir izanı, bir makulü vardır.
Önceki gün Silivri’de yaşananlar, izanın da, makuliyetin de dışındadır.
Üstelik de izan dışına çıkmak, ölçüyü kaçırmak, protestoya ve bu protestoda varsa haklılığa da gölge düşürür.
Silivri’deki protesto eylemini yapanların düştüğü durumun, Fatih Terim’in Mersin İdmanyurdu önünde düştüğü durumdan farkı yoktur.
Terim’in tepkisini gösteriş biçimi, tepkinin nedeninin önüne geçmiştir.
Silivri’de yapılanların da bundan farkı yoktur.

Sertleşmek için erken değil mi!

MHP Lideri Devlet Bahçeli, "barış sürecinde" damarı buldu yükleniyor.
Bu yüklenmeyle AK Parti’den belki biraz, ama özellikle de CHP’den ciddi oy almayı planlıyor.
Zaten anketler de bunu göstermeye başladı bile.
Ancak ben Devlet Bahçeli’nin ortada bir genel af vaadi yokken, Öcalan’ın serbest kalması söz konusu değilken, üstelik de yeni Anayasa’da vatandaşlık tanımında AK Parti ile aynı kelimelerde buluşmuşken bu kadar sertleşmesini anlamış değilim.
Üstelik Devlet Bahçeli, PKK ve Öcalan konusunda şimdiye dek partisinden gelen tepkilere rağmen en olgun tavrı sergileyen liderken.
Öcalan’ın yakalanma ve yargılanma sürecinde son derece "doğru" politikalar izleyen, Öcalan idama mahkûm edildiği zaman Türkiye’nin idam cezası ayıbından kurtulmasını da sağlayan bir düzenlemeyle Öcalan’ın asılmasını engelleyen Devlet Bahçeli ve partisidir.
O gün Devlet Bahçeli, "idam cezasının kaldırılması konusunda" koalisyon ortaklarıyla ortak tavır sergilemese, bugün Öcalan’ın serbest bırakılması veya Öcalan’la pazarlık sürecini yürütmek bile mümkün olmayacak, çünkü Öcalan çoktan idam edilmiş olacaktı.
O gün bu kadar "itidalli" giden MHP Lideri’nin bugün bu kadar sertleşmesi doğrusu garip.
Ve dediğim gibi, ortada daha ne af lafı var, ne Öcalan’a özgürlük.
Bu kadar erken sertleşmenin doğuracağı sonuçlardan korkarım.
Çünkü yarın gerçekten kabulü zor bir durum ortaya çıkarsa siyaseten gidecek daha ileri bir nokta kalmayacak.