HEDEFTEKİ DONANMA EZBER BOZACAK
http://tbmm.ajanspress.com.tr/customer/basic/press/Displayer.aspx?id=21174918&
İşte Deniz Kuvvetleri’ni hedef alan davaların arka planı
Balyoz tutuklusu Tümamiral Cem Gürdeniz, bugün piyasaya çıkan “Hedefteki Donanma” kitabında Deniz Kuvvetleri’ni hedef alan davaların arka planını açıkladı. İşte kitaptan öne çıkan başlıklar
HABER MERKEZİ (Barış Terkoğlu)- Balyoz davası nedeniyle Silivri Cezaevi’nde tutuklu bulunan Emekli Tümamiral Cem Gürdeniz’in cezaevinde yazdığı “Hedefteki Donanma” kitabı piyasaya çıktı. Türk Donanması’nın tarihini kitapta ele alan Gürdeniz, son dönemde özellikle Deniz Kuvvetleri’ni hedef alan davalar sürecini irdeliyor.
ABD İLE YAŞANAN GERGİNLİK
Kitapta, Gürdeniz’in görev sürecinde karşılaştığı pek çok önemli ayrıntı var. Bunlardan biri de ABD’nin Irak işgali sürecinde reddedilen 1 Mart 2003 tarihli tezkereye ilişkin. 6 Şubat 2003 tarihinde ABD Ordusu istihkam birliklerinin savaş hazırlıkları kapsamında Türkiye’ye girmesine TBMM’nin 3 ay süreyle izin verdiğini hatırlatan Gürdeniz, ABD’nin bu süreçte 1 Mart tezkeresinin geçmesine kesin gözüyle baktığını ve yığınağını buna göre yaptığını anlatıyor. ABD heyeti ile Genelkurmay Karargâhı’nda yapılan toplantılara katılan Fatih Ilgar’ın anlatımları da ilginç bir gerçeği ortaya çıkarıyor.
O dönem görüşmelere Kurmay Albay rütbesiyle katılan ve bugün Tuğamiral rütbesiyle emekli edilerek Silivri Cezaevi’ne konulan Ilgar, ABD askerleriyle yaşadıkları gerginliği şöyle anlatıyor: “Ankara’daki toplantılar kapsamında sadece lojistik ve istihkâm birliklerinin sahilde konuşlanması düşünülmüş ise de İskenderun bölgesine silah ve sensör sistemlerini haiz bazı araçların da indirildiğinin tespiti üzerine yoğun itirazlarımız başlamış ve bu durum basına yansımıştı”.
SARI IŞIK YAKAN KOMUTAN!
Gürdeniz, tezkere öncesinde yaşanan sürece bakarak dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök yönetimi için şu tespitte bulunuyor: “Buradan da anlaşılmaktadır ki, sadece 6 Şubat 2003 tezkeresi değil, Genelkurmay Başkanlığı da ABD ile karargâh görüşmelerini önceden başlatarak ve hatta tesis incelemelerine izin vererek ABD’ye yeşil ışık olmasa da, sarı ışık yakmıştır. Dolayısıyla Amerikalılar görüşmelerin başından itibaren Türkiye’nin bu savaşta yanlarında olacağına neredeyse kesin gözüyle bakmıştır.”
4 Temmuz 2003’te Süleymaniye’de Türk askerlerinin başına çuval geçirilmesi olayını da irdeleyen Gürdeniz, tezkerenin geçmemesinin ABD tarafından tepkiye neden olduğunu, bu durumdan tezkere lehine açık tavır göstermeyen TSK’yı sorumlu tuttuğunu söylüyor.
ÇUVAL KRİZİNDE KADERE RAZI OLDULAR
Gürdeniz yaşanan çuval krizine ilişkin şunları anlatıyor: “Aslında 4 Temmuz olayının ayak sesleri aylar öncesinde duyulmaya başlanmıştı. Burada sorun bir fırtınanın kopacağı bilindiği halde komuta heyetinin olayları Türkiye’nin çıkarları lehinde şekillendirmek yerine kaderine razı bir şekilde beklemeyi tercih etmesiydi. Ulusların onuru, silahlı kuvvetlerinin onuru ile eşdeğerdir. Süleymaniye’de Özel Kuvvetler’e uygulanan durum, askerlik andı içmiş bir birlik komutanı ve bir Türk savaş gemisi komutanı için düşünülemez. Deniz Kuvvetleri’nin tüm gemi komutanları bu acıklı durumu yaşamaktansa ölümü göze alırdı.” Gürdeniz, kitabında Balyoz davasında tutuklanan askerlerin tesadüfen seçilmediğini söylüyor.
HEDEF ALINAN SUBAYLARIN ORTAK ÖZELLİKLERİ NE?
15 Ekim 2009 tarihli AB Komisyonu raporunda Türk Deniz Kuvvetleri’nden duyulan rahatsızlığın “Türk Donanması rapor döneminde, birçok kez Kıbrıs Cumhuriyeti için petrol arayan sivil gemileri engellemiştir” denilerek gösterildiğini ifade eden Cem Gürdeniz, Doğu Akdeniz’in enerji savaşlarının merkezi olduğunu kitabında anlattı. Gürdeniz, küresel güçlerin bu alandaki rekabetinde engellerden biri olan Deniz Kuvvetleri’nin son durumunu ise kitapta şöyle anlatıyor: “Buna engel olabilecek faktörlerin başında gelen Türk Deniz Kuvvetleri ise, 2009 yılından sonra başlayan davalar sayesinde amirallerinin yarısı sahte delillerle tutuklanarak zaten sorun olmaktan çıkarılmış bir durumda. O halde küresel sermayenin güçlü sahiplerini, Akdeniz’in diplerinde yatan ve milyonlarca yıldır yeni sahiplerini bekleyen hidrokarbon kaynaklarıyla buluşmaktan ne alıkoyabilir ki?”