Umur Talu
Umur Talu

Umut hep var da, bir de duvar var!

Burası umudumuzun ülkesi.

Önce burada duyarız her umudu.

Başka türlüsü olamaz.

Bu umudu verecek toprağı da insanları da vardır.

Ama bir sınır vardır sanki.

Koca bir duvar.

Alırız umudumuzu, çokça oraya çarparız.

Çünkü duvarın harcı nefretle karılmış, çünkü temeli korku, düşmanlık ve şiddetle atılmıştır.

Çünkü herkesin yazı, hikaye, film, roman, ideoloji, siyaset, gazete, tarih, inanç, efsane adına neye inandığı, neye sarıldığı, ne bildiği, ne ezberlediği, ne söylediği bir yana…

Hepsi olabilir elbet…

Lakin “resmi dil ve el” de öyle inşa edilmiş, doğru diye dayatmış, onlarla gurur duymuş ve nefret buyurmuştur.

O yüzden, dere tepe düz gidilir; birbirine de girilir…

Bir bakarsın, ötekine nefrette; nefret şahsiyetlerine hayranlıkta; zulümleri miras bilişte büyük mutabakat oluşur.

Ulusalcı, cumhuriyetçi, muhafazakâr, milliyetçi, kendince bir kısım solcu filan derken; bir bakarsın, aynı resmi mutabakatla konuşuyor.

Aynı dokunulmazlar, aynı sorgulanmazlar.

Bu biraz dünyadaki en travmatik toplumsal tarihlerden birinin eseri olmalı.

18 Brumaire”de yazdığı gibi, “Tüm göçüp gitmiş kuşakların oluşturduğu gelenek, yaşayanların beyinlerine kâbus gibi çöker”.

Bu topraklardaki herkesin kökünde, haklı haksız, yerli yersiz gurur bir yana, esas korkular mevcut.

Ya göçmen olmuşsun, ya göç ettiren.

Ya fetheden olmuşsun ya toprak kaybeden.

Ya mübadil olmuşsun ya müdahil.

Ya soyunun topraklarından kaçmak zorunda kalmış; sürülmüş, kazınmışsın; Balkanlar’dan Kafkaslar’a.

Yahut mevcut halkları sürmüş, kazımışsın.

Gidenler acılarını, kayıplarını yüklenmiş; malını, toprağını, yuvasını, soyunun mezarını bırakıp gitmiş…

Gelenler acılarını, kayıplarını yüklenmiş; malını, toprağını, yuvasını, soyunun mezarını bırakıp gelmiş.

Gidenlerin hayaleti dolaşıp duruyor…

Gelenlerin hayaletleriyle çarpışıyor.

Herkesin kökeninde o kadar acı var ki, kimse bir ötekine verdiği acının, bir ötekine zulmünün muhasebesini, muhakemesini yapmıyor.

Herkesin bir ötekinin ölüsü karşısına koyacak ölüsü, bir ötekine zulmün önüne koyacak kendi kurbanı var.

Bir toprağı, havayı ve suyu kardeşçe paylaşacak vakitler olmamış; zaman hep düşmanlıkların, korkuların, zulümlerin, pusuların, göçlerin, tehcirlerin, katliamların içinden akmış.

Fakat tarih yazımında, devlet kafasında, bir nevi kardeşlik hukukunda, medya dilinden okul tedrisatına bunları aşabilecek demokratik ve adil bir kültür mümkün olabilir(di).

Lakin gün gelip “baldıran” içen bile, kimi mezalimi telaffuz eden dahi, iki adım sonra o duvara taş üstüne taş ekliyor.

Ötekini sırf öteki olduğu için yok edenler, hala tarihi şahsiyet, onurlu vasiyet sanılıyor…

Öyle sunuluyor.

Umudumuzun topallayıp durması biraz da bu yüzden.

Oysa onca kuşak sonra hiç olmazsa, aklımız ile vicdanımızın muhakemesi, adil bir tarih tefekküründen makul bir gelecek tasavvuruna şefkat taşıyabilirdi.

Kaş çatıp taş taşımak daha bildik bir şey olmalı!

Kişilikten ziyade kimlik kuşanmak gibi. 

*** 

En tuhafı da, nefretlerle bezenmiş bir tarih, devlet ve yargı kültünün; Fazıl Say ya da Hrant Dink’i veya başkalarını bu suçlarla yargılayıp cezalandırması!

Dün dün iken de, bugün bugün iken de! 

Alış-veriş merkezi! 

Bakan-kanser hastası diyalogu “popüler” haber oldu.

İlaç bulamadığından yakınan hasta ile para uzatan, “dilenci değilim” diye reddedilen Bakan.

Maksadı aşağılamak, küçümsemek, hastalığıyla ezmek değildir elbet.

Ama “sosyal merhamet piyasası” ile “yüzsüz piyasa ekonomisi” bir ötekini tamamlıyor.

Her köşeye “AVM” diken şehircilik, her acıya, her yokluğa, her isyana da “biraz para” uzatıyor.

Uludere’de de, sokakta da.

Örgütlenme, hak, hukuktan ziyade; büyüklerin münasip gördüğü merhamet, sadaka.

Bir vakit arsız piyasa ekonomisi laik-cumhuriyetçi fetvalarla kutsanıyor; OYAK paşaları soluğu holdinglerde, darbeler en sıkı müttefikini TÜSİAD, TİSK, MESS liberallerinde buluyordu.

Şimdi de yüzsüz piyasa ekonomisi, muhafazakâr ahlak ve merhamet kültürü ardında kütür kütür dozerliyor.

Bakan “merhametsizlik”ten değil, alışkanlıktan uzatmıştır: Çünkü para temel “mübadele” aracıdır!

Değişim böyle bir şey!